15 Eylül 2012 Cumartesi

Sıkı Tutulan Kolyedir O

Gökyüzü geceleri kusursuz, küçük bir cam ve sonsuzluk, sanki uzatsam elimi dokunabilecek gibiyim.Ben neden dipteyim?Ölüm hepimizi melek yapar ve bize kanat verir, diyor Jim.Öldüm, kanatlarım nerede?
yaşama dair hatırladığım tek şey kusursuz gökyüzü,öyle kusursuz ki herkesi boğuyor içinde.

Küçük olanın cam olduğuna dair emin olamıyordum.Dokunmak istiyordum,kum zerrelerine ve parlak karanlığa.Yerle göğü yanyana getirmek istiyordum.Bay Morrison'ın yanılıyor olabileceğini aklıma dahi getirmek istemiyordum.İlahlaştırılmış bir nesne kadar anlamsız olduğunu kanatlarımı kullanamadığımda anlamıştım.Din kitaplarının kusursuzluğuna paralel yazmıştı sözlerini.Üzüldüm ve şimdi yaşama dair sadece, hammaddesi hayal kırıklığı olan göz yaşlarımı hatırlıyorum..


Köpeklerin Havlamayan Külleri

    Omuzları kafasından hep uzak oldu.Yere daha yakın.Onlar hep deniz seviyesine ulaşana dek çökmeye karar verdiler.Engel olmadı o da,sırtı ağrısa bile.
    Caddelerden geçerken ürkek bir sokak köpeğinden daha farklı bir muamele görmedi yaşadığı zamanlarda.Kafasını kaldırıpta insanların o tiksinç suratlarına bakmak istemiyordu oysa.Korktuğunu zannettiler,yürüdüler üstüne.Kusmamak için bakmadı,kaçtı koşar adımlarla,kaçar adımlarla..
Küfrettiler saçına,sakalına.İnsanların çöplüğündeydi.Tonlarca insan yığını.Çöpten öteye geçemeyen insan bedenleri.Daha çok sustu,daha çok korktuğunu zannettiler,bu sefer tükürdüler saçına sakalına.O ise onların beyinlerindeki standart insan profiline boşalmıştı.Yürürken bir orgazm sigarası daha yaktı.İnsan değildi.Eğer olsaydı bu kadar sık boşalamazdı haliyle.Has bir piçti.Daha çok insanın akıllarına boşaldı o gün ve artık eve dönme vaktiydi.
    Kırık-dökük bahçe duvarının olmayan kapısından bir adımla atladı ve avludan geçerek evin kapısına yöneldi.Elini cebine attı,anahtarı tek hamlede çıkardı.Anahtarı deliğine sokarken aynı basarıyı gösterememişti.İkinci denemeden sonra açılacağından emin olarak kapıyı kendine çekti ve kilit döndü.İçeriye girerken sağına soluna baktı.Midesi bulanıyordu.Koşarak çıktı yukarı.
Üstünü çıkarttı alel acele,aynanın karşısında durdu kafasını kaldır(a)madı.“a” harfinden altın bir madalya verilmişti ona , hayatta bu kadar ettirgen işlev varken o her şeyi ettirmemek için var olup gelmişti dünyaya..Koskoca insan inayetini yerle bir etmiş, “kaldırmam” derken ki gurur ifadesini bir anda yumuşatmış insanı çaresizleştirmiş ve elleri iki yanda dünyanın en somut olgusu “kaldıramam”ın kollarına bırakmıştı en nihayetinde.. Bakamadı aynaya ve kustu esmerleşmiş lavabosuna..
    Sabahı beklemeye koyuldu.Yeterli sigarası ve kahvesi vardı.Zengindi.Yeterli sigarası olduğu sürece hep zengindi.Gece en uzun zamanını yaşıyordu o gün ya da ona öyle geliyordu.Her gece,o gece için aynı şeyi söylüyordu.Yaratıcı ölümler hakkında düşünüp duruyordu.İçinde insanlara karşı tükenmek bilmeyen bir "sikmek" arzusuyla sabahlıyordu.İtildikçe halvet duygusu artışa geçiyordu.
    Sabahın ilk ışıklarıyla cızırdayan televizyonu açtı.Mecbur kalmadıkça dışarı çıkmayın diyorlardı haberlerde,kalp ve tansiyon hastaları için özel uyarı geçiyordu,onun için hiçbir zaman özel duyuru geçmeyecekti.Hastalığa bile sahip değildi.Öldüğünde imam zikretmeyecekti ismini.O da imamın ağzında yer almayı istemiyordu zaten.İsmi neydi,unutmuştu cismini,neye benzediğini.
    Kendilerini medeni zanneden insanların,medeniyetten daha tehlikeli olduğunu biliyordu.Dışarda olduğu her an aklından nasıl öleceği geçiyordu.Medeni bir ölüm.Hayır bunu istemiyordu.Ne gömülmek ne de yakılmak istiyordu.Öldüğü yerde çürümek tek isteği gibi duruyordu.             
    Evinin adresini kimse bilmezdi,az kişiyle tanışıklığı vardı zaten.Az çevresi çok ısrarcı olursa -ki böyle olduğunu sadece kendisi düşünür- onlara giderdi.
    Ölümünden rahatsız olacak kimse olmayacaktı(?).Hatta mahalle sakinleri tarafından içten içe bir sevinç doğacaktı.Kendilerini ölüme götürecek sırları toprağa gömülecekti.Mahalle işte;mühim komşuculuk toplantılarında ondan ne kadar nefret ettiklerini beyan etseler de,kimse onla seviştiğini birbirlerine itiraf edemeyeceklerdir.Onun ölümü komşular için Veziri piyona yedirmek olacaktı.Sevişebilecek daha çok suskun vardı mahalle halkı için.
    Hayatın tuhaflığı işi devir alır.Sevdiklerinle çatışırken,nefret ettiklerinle seviştirir seni.Üzülürsün,pişman olursun ve sonra tekrar düşünürsün,aksi taktirde düzenin işlemediğini görürsün.
Şaşırmıyordu o.Gelene git demiyordu.Kapısını açıyor ve yukarı çıkıyordu.Öyle ki her defasında aşağıya inip çıkmaktan üşendiği için anahtar bile vermişti herbirine.Ateşli ev hanımları,kocalarının eve dönme saatlerini göz önünde bulundurarak aceleyle soyunuyorlardı.Hatta onu da aynı acele ve iştahla soyuyorlardı.İşlerini gördükten sonra sus payı olarak evin temizliğini,yemeğini yapıp öyle gidiyorlardı.Şu durumda kimse bu iyimser,pazar sevişkenlerini geri çevirmezdi.
    Gelecekten hiçbir şey ummuyordu.Geçmişten zevk almasını öğreneli çok olmuştu.Yalanların kendini acıtmadığını da.Ona sorulan tüm sorular hakkında her şeyi söylebilirdi,içinden de kahkahalara gömülür,dalga geçerdi karşısındakiyle."Hadi bunu da bil Götçük" derdi sürekli kısık bir sesle."Efendim?Anlayamadım"
-Hiç,hiçbir şey diye geçiştirirdi.Karşısındakinin affalladığını görmek onu mutlu ediyordu.Gün içindeki eğlencesiydi bu onun.
    Dünyanın en eski insanı olduğunu iddia edebilirdi,hayattayken kimse aksini söyleyemezdi,kimliksizdi ve dünyanın en eski ruhuna sahipti,üşengeçlik.Ölümü beklerken bile üşeniyordu.kanepede uzanarak ölümün en azından sırtını görmek istiyordu.Daha önce gidenlerin sırtını dahi görememişti. En azından boş bir koridoru bekleyen iki göze sahipti.
Bunları ne zaman kullanacağını düşünüyordu şimdi.
Gözlerinin ve aklının bilinçli olarak aynı anda çalıştığını ilk defa farkediyordu.Önce aklını kullandı.Herkeste bir acı bırakmak istiyordu.Tam bir piç gibi.
    Mahalleliden,sakalına tüküren medenileşememiş medeni insanlardan ve diğerlerinden.Bu kez üşenmedi.
    Bak(a)madığı aynaya bu kez baktı.Kesmediği saçı sakalını kesmek için bir makas bulmuştu.Lavabonun içine bir gazete açtı.Bir tarafı kısa,bir tarafı uzun eğri büğrü kesti sakalını.Gazeteden bir torbaya koydu sakallarını.Yeni bir gazete açması gecikmedi.Saçını,sakalına oranla daha düzgün kesti ve aynı işlemle farklı bir torbaya koydu.
    Sokağa çıkmak için en düzgün kıyafetlerini giydi.Yükseltti omuzlarını.Dik durdu hiç durmadığı kadar.Artık hazırdı.Diğer insanlar gibi olmak istemedi ama bunda da başarısız oldu.Sigarası ağzında çıktı dışarı.Külünü dökmek için hamle dahi yapmıyordu.Kararlı bir şekilde kendine küfreden adamı bulmak için çevirdi dümenini.Ayakları artık yolu aklına sormuyordu.
    Önce bir nalbura girip kuvvetli bir yapıştırıcı sordu.Her şeyi birbirine yapıştırabilecek bir yapıştırıcı dedi.Düşünceyi beyne,beyni kafa tasına yapıştıracak bir yapıştırıcı istiyordu aslında.Mümkün olmayanı istemişti hayatı boyunca.Yine istediğini elde edemeden,sadece isteğine yakın bir maddeyle çıktı nalburdan.
Akşamı bekliyordu.Medeniyeti bekleyen bir şehrin insanları -onlarda medenileşmek isteyenler- ,akşam olduğu vakit esnafı zengin etmek için sokakları canlı tutmalıdır diye düşündü.Ama zaten buralar medenileşememiş olduğunu düşündü.Daha önce hiç bu kadar haklı olmamıştı.Geceleri sokakların efendileri ve köpekleri inerdi şehre.Dar sokakların geniş enseli ağabeyleri.Kelamlarını sorgulayacak güce ve cesarete sahip olmayan insanlara dayadıkları bıçaklarının ucundaki kandan beslenen ağabeyler.Sadece bir deli cesareti gerekir derler sokak efsanelerinde.
    Kaybedecek bir şeyi yoktu.Şimdi bir deliden daha fazla cesareti vardı.Gözleri girdiği sokaktan daha karaydı artık.Efsaneleri yıkacak olmanın gururuyla.
    Sokak lambalarının arasındaki mesafenin işini kolaylaştıracağını düşündü.Aklını kullandı.Köşe başındaki lamba düşük voltajdan ötürü yalnızca önüne düşürüyordu ışığı.Okulun bahçesi karanlıktı ve o karanlığı seviyordu.İşler yolunda gidiyordu ilk defa.Kaderi,doğumundan beri ilk defa ihanet etti  ve her şey yolundaydı.Dönemeçte durdu.Kafasını uzatarak sokağı kolaçan etti.Orada olduğundan emindi sadece tedbir amaçlı sokağa bakıyordu.Emindi çünkü o sokakta yemişti sakalına itin salyasını.
    Attı sokağa adımını "Köpekler kaçanı kovalar" diye.Gözlerini ve aklını kullandı ve tahmini yolu hesapladı.Yirmi beş adım sonra köpeğin görüş alanına girecekti.Korku her adımda daha fazla yerleşiyordu bedenine.Bastırmak için saymayı tercih etti.Yirmi beş,yirmi dört...
Yirmi dördüncü adımında "Zekanın en çok görülen işaret ve belirtisi neşedir" diyen Monteigne'i düşündü.Geçersizliğini tüm kelimeleri inceleyerek ve bulunduğu durumdan yola çıkarak ispatladı kendine.Şüphesiz son iki gündür kullandığı aklını,yaptığı zekice planını ve mutsuzluğunu getirdi gözünün önüne ve inkar etti Moteigne'ni.
    Beşinci adımına kadar Monteigne'i düşündü.Beşinci adımında ise daha on dokuz adımının kaldığını.
Balzac'ta çürümüştü aklında.Acı kavramının göreceli olduğunu gözden kaçırmıştı.Hatta uykunun insanı dindirebileceğini düşünmüş.Ne kadar yanlış."Uykunun dindiremediği acı yoktur" belki de Balzac'ın acı dediği şeyin sadece kitap satamadığından çektiği açlıktır.Belki de intihar etmişti çoktan ama düşüncelerini öldürebilecek kadar acısı yoktu.
    Geriye on adımın kaldığını fark edince irkilerek plana odaklanması gerektiğini düşündü.On beş adımdır çok uzaktı işinden.Yeterince kaytarmıştı ve istemeden de olsa korkuyu telaşa çevirmemekte başarılı olmuştu.
Ruhu rutubete kendini bırakmıştı.Kasvetli havanında etkisiyle yarım ağızlı adımlar,ağız dolusu küfürler boşalıyordu ayaklarından.Köpeklerin iniltisi son altı adım sonra duyulmaya başlamıştı nihayet.
Beş adım kala Mark Twain'i düşündü."Önemli olan kavgadaki köpeğin boyutu değil,köpeğin içindeki kavganın boyutudur" diyordu.Peki kavgası köpekler miydi?Köpekleri besleyen mi yoksa onları yaratan mıydı?Bilmiyordu,ayak üstü türlü demagojiler yaptı.
    Son bir sigara götürdü kurumuş dudaklarına,korkudan terleyip sırılsıklam olmuş elleriyle.Boş okul binası, ertesi gün boş beyinlerle dolmayı bekliyordu.Her şey daha somut daha bitap geldi gözüne.Ağaçlar daha önce görmediği kadar yabancıydı.tepede tek bir yıldız yoktu,koku yoktu,ses yoktu...Kara deliğin içinde yardım çığlığı atıyordu kalbi.Bu köpekler,yıldızlar,kokular,sesler hangi gezegenin yan ürünüydü?
Eli cebine gitti.Gezegen yakmak akıllı işi değildi.Alevler dakikalar içinde sardı yabancı ağaçları,boş binaları,boş beyinleri,boş moloz yığınlarını.
   O siyahı severdi ama kırmızı renklerin efendisi olmuştu o an.İşte şimdi koku alıyordu,kül kokusu.Belki küllerinden doğup birer birey olabileceklerini düşünüp kaçtı onları oracıkta bırakıp.Şimdi yatağına girip eşsiz uykusuna dalabilirdi.Artık havlamıyorlardı...

30 Nisan 2012 Pazartesi

Geldiğin gibi Gideceksin

Gözümü açtığımda bulanık gri bir yoğunluğun önünde duruyordum.. Gözlerim, orada beni içine almayı bekleyen bir ağzı algılayacak kadar büyümemişti daha ayaklarımsa bir eşikten geçip kendisiyle birlikte bütün bedeni de arkasından kapanacak bir kapıyla mahpus olacağını bilemeyecek kadar eylemsizdi. Sesi duyduğumda artık çok geçti.. Artık ben istemesem de varmam gereken bir yol vardı, aslında bir yere varmak istediğimi ben bile bilemezdim.. Sertti, somuttu baktığımda anlamlı olması gerekiyordu. Tattım, dokundum, kokladım.. Anlamak için yeterli değillerdi. Ham maddesi algılanmazlıktandı. Ama yapılmıştı, sonuçta.. 
 Düşüncelerin arasında alnımın acıdığını fark ettim. Bu anlaşılmaz yer sadece düz yollardan  inşa edilmemişti. Yürümeliydim öyle gösteriyordu oklar, ve buna itaat ediyordu bedenim hiç neden olduğunu sorgulamadan. Bir kez arkasına ,başlangıca bakmak aklına gelmedi. O kapı niye açıldı ve niye kapandı bilmeyi istemedi.

Bir kaç ev ,apartman var sokağın başında ve bir sonraki sokakta bir kaç ev ve apartman daha .Birbirini kovalayan sokaklar ,caddeler .Yeşilin yerini alan gri yapıtlar ..Yapıtlardan yansıyan insan siluetler yüzlerce ,binlerce. Geçip giden bir çok diğer siluetle birlikte nereden niye o yapıtlarda yaşadıklarını bilmeden yaşayan bedenler, belki beden bile değiller..

kahvemi yudumluyorum o sokakların üstündeki o evlerden birinde .Saat kaç bilmiyorum .Pencereden mavi siyah kasvetli bir hava fütursuzca dalıyor içeriye .Gece nöbet vardiyasını devretmiş belli ki güneşe .Belki de tam tersi .Binlerce “belkilerle” dolu dünyam .Belki yoktur bu dünya .Adı dünya olan bu sokaklar zinciri.
Tam da düşünüyorum o anda niye “dünya” adı ,kendi neden..

Bakıyorum anlamak istiyorum iki adımda yoruluyorum. Ben yokuşu çıkmaya çalışıyorum, Sisifos’un taşını da katık etmişler yanıma, güçsüz kalıyorum. Tepeyi aştığım her adımda yine yuvarlanıp aynı yolları geçmem gerektiği görüyorum.. Artık, a
rdıma bakmadan kaçmak istiyordum .Bir an önce gitmeliyim diyordum ,nereye olduğunu bilmeden .Geldiğim nokta yine başladığım noktaydı.

Bir labirent düşünün çok büyük ama başlangıç ve bitiş noktası aynı olan bir labirent.
Ödül de ceza da aynı. .Aynalarla kaplı. Adımını attığın zaman binlerce senden gördüğün,tiksindiğin bir labirent.Sonra dedim ki kendime "boşa kulaç atıyorum ".

Bir kağıt istedim labirentten ve bir kalem devamında.Geçtiğim yolları çizmeye başladım.
Kusursuzluk nerede kendini ele veriyor bulacaktım ya.. Sıkıca bastırıyordum kalemi kağıda.Sanki kağıtla kalemin savaşını başlatan ilk kurşun gibi hissediyordum kendimi. Her köşe dönüşü, daha ısrarlı her adımı, her ayrıntıyı kalemime halvet arzusu kadar, acının verdiği zevki kağıda kırbaçla anlatır gibi, bütün hücrelerimle bu sefer cevabı bulma şehvetindeydim..

Sonunda bulduğum cevap beni yine aynı yere döndürdü. Çıkmaz sokaklara da girsen,
  yolun sonundaki meydan panayıra da çıksa, bunların hepsi labirentin içinde küçük bir kaç ayrıntıdan ibarettir, en nihayetinde bu labirentin bir arka kapısı yoktur kaçabileceğin.. Tek bir kapı koluyla işler, bu algının içindeyken görme ihtimalin yoktur onu da.

 Bir çığlıkla başlar labirent doğarken..Sevdiklerinin feryad figanlarıyla son bulur labirent ölürken .Bu yüzden Yolun başı sonu bellidir,gidiş yolunu değiştirsen bile.

29 Nisan 2012 Pazar

Kaçmak isterken Düşüncelerden..

Aklımın limanından bir gemi kalktı az önce.Bir yük gemisi.Konteynerler dolusu düşünce yüklü.Arı gibi çalışan geminin tayfası telaşla koşturuyorlar oradan buraya. Gemiye adımımı attıktan sonra kaslı,iri yarı,terlemiş Meksikalı gemi işçisinin yanından geçtim.Bana bir şeylerden bahsetmek,oturup sabahlara kadar sigara içmek istiyormuş gibi hissettim..Ama onun taşıması gereken yüzlerce kasası vardı daha,hızlıca yöneldi diğer konteynere..Kaptanı aramaya koyuldu gözlerim.O anda aksanı diğerlerinden farklı ve diğerlerine nazaran daha az terlemiş olan adama ilişti gözlerim.Galiba onu buldum..Elinde Filistin malı sarma sigarasıyla ufuklara bakarken aldığı keyiften olsa gerek,aklından geminin rotasını tekrardan Filistin'den geçirme planları yapıyordu kendince.Adımlarımı sıklaştırdım,bir kaç tahta basamak çıktıktan sonra öne eğilerek;
-Bana sorarsan Filistinlilerin en iyi yaptığı iş bu sigaralar..
Şaşkın şaşkın bakışlarını doğrudan bana yöneltti ve kızdı belli ki."Kim bu densiz beni bu durgun denizi seyrederken zevkimden mahrum eden" diye düşündü herhalde.merakla :
-Nereden çıkarttın Filistin sigarası olduğunu?
Yarım saat önce elimdeki sigaranın kokusunda da buram buram Filistin direnişi kokuyordu ve nerede olsa tanırdım çocuk ölümlerinin kokusunu..Sustum..
Şaşırmıştı kaptan.Nereden çıktığıma anlam veremeden dikkati dağılmıştı.Şaşkınlığını gizlemek istese de nafile.Gözleri o kadar belli ediyordu ki onu,gemisini kontrol ettiği kadar iyi kontrol edemiyordu tepkilerini.
-"Haklısın galiba.." diyerek doğruladı sözümü.Aklını toparlamak için bir kaç saniyeliğine sustu ve yine bir kaç saniye sonra beklediğim soru geldi.
-"Kimsin sen?" devam etti aceleci bir şekilde.Sesinde telaş çığlıkları vardı."nereden çıktın?ne istiyorsun?" sıraladı sorularını.
Nasıl açıklayacağımı bilemedim ona.Nasıl derdim "Kaptanı olduğunu sandığın,rotası belirsiz,dümeni bile olmayan bu geminin sahibiyim." O kadar bürünmüştüm ki rolüme,kaçmak kurtulmak istiyordum aklımdaki düşüncelerden.Onlardan uzak yaşamak istesem de düşüncelerimi yolladığım gemiyle yola çıkıyordum.
Cebimden bir sarma Coint daha çıkardım.Gözleri büyüyen kaptanın aklından bütün sorular silinmişti.Cevapları o kadar önemli değildi artık onun için.Birlikte içtik geminin kıçında.Kafamda toparlamak istediğim düşünceler tam bir düzüne girecekken tekrar dağılıyorlardı.Zihnim allak bullak oluyordu zaman geçtikçe.Boğuluyordum.Sanki gemi denizin üstünde değilde deniz geminin üstünde gibi hissediyordum.Nefes almakta güçlük çekiyordum.
Geriye dönmek için çok geçti artık.Zihin denizimde yola çıkan gemi,aklımın limandan uzaklaşmıştı çoktan.Zihnim canlandı birden farklı bir düşüncenin rüzgarıyla.Kuvvetli bir düşünce : ölüm..Bir kasırga gibi güçlendi aniden.Deniz kabardı,devasa dalgalarla salladı gemimi..Ölmek için düşünmeden bütün gemi tayfasını yanımda götürebilirdim .Meksikalı işçileri,Cointimi yudumladığım kaptanı,düşüncelerimi..Artık dayanamıyorum.Daha fazla dayanamıyor bu gemi ölümün kasırgasına.Su almaya başladı gemim.Alabora oldu bütün her şey.Yılların birikimi bir anda boyladı denizimin dibini.İşte böyle boğuldum.Böyle öldüm kendi gemimde,kendi kasırgamda,kendi denizimde,kendi düşüncelerimde...

28 Nisan 2012 Cumartesi

Dördüncü tekil Kişiler...

Ait olamadım hiçbir şeye,olmadım.Ne bir insana ne de bir yere.Ölçtüm belkide beni,seni,onu ve diğer dördüncü tekil kişileri..Ne kadar dayanabilir sosyal hayvanlar yalnızlığa..Yalnızlığın korkulacak bir yanı yokmuş.Bir ad yüklemişim ona,bir renk,bir beden çizdmişim kafamda ve onla arkadas olmuşum sonunda..Hiç bir zaman yalnız olmamışım aslında,yalnızlık kimlik değiştirerek,renk değiştirerek,şekil değiştirerek hep yanımdaymış meğer.Anlamadım bu süreçte kim olduğunu.O ise kalpazanın biriymiş dedim.Ben yalnızlığı tattığımı düşünürken,yalnızlık benle kafa buluyordu.Bir rakı masasında anladım onun kim olduğunu.






Gel otur da vuralım şişenin dibine dedim belki maskesini çıkartır umuduyla.İnkar etti ama adını da söylemedi.Rakı masası işte anlattım hayat hikayemi yeni tanışmış gibi.Kimliğimi..kimsesizliğimi..Gözünden bir yaş geldi karşımda oturan adsızın ve dayanamadı :


-"Evet ben yalnızlığın ta kendisiyim"...


Kendi kendime konuştuğumu sanan meyhaneci hesap istemedi .işte bir rakı masasına bile ait olmayışımın resmini çizdi Abidin..






Yalnızlık bi an yokmuş,her an varmış.Uyumazmış hiç çünkü yalnızlığın göz kapakları camdanmış..Sen doğarken doğar ama sen öldüğünde


Ölmezmiş.Bedensiz ebediyete sahip dördüncü tekil kişilermiş..

25 Nisan 2012 Çarşamba

acemi sivrisinek



az önce elime küçük bir kansever kondu..boyutundan da anlaşılacağı gibi henüz acemiydi.incecik narin bacaklara rağman cesaretli hayvanlar doğrusu..parazitlik geçim kaynağı.kan emici ismi bile ürpertir içini.
Bazen  kanını emen diğer öğeleri de düşündüğünde iki parmağının arasında ezip bütün bacakları kopana kadar parçalamak ister misin?Ben isterim.Eğer benim kanımla beslenecekse sadistliğimi takınmam doğru olacaktır..Beni sindirecekse ben onu sindiririm en ince partikülüne kadar..


Sen böyle yapamazsın hayır.Ya da çoğunlukta değiliz.Çünkü gözlerimizi açamıyoruz,dilimiz şiş,kulağımız duymuyor,tenimiz kaşınmaktan kanıyor..Ama buna adaptasyon sağladık değil mi toplum olarak;görmemeye,kouşmamaya,duymamaya...Sindirildik çünkü hemde gıkımızı çıkarmadan..toplumsal baskılar,üzerimize kurulmuş hegemonyalar,kurallar,kanunlar ve devlet..sivrisinek kadar masum olmayan yargılar tarafından sindirildik.sinsice vızıltısız.düpedüz güpegündüz sessiz sedasız..

evet afur küfür olursun

topluma açık,kapalı mekanlarda sigara içme "yasağı" geldiğinden beri bir dal sigaranın içilme süresi de kısaldı.ne demek istiyorum.demek istediğim şu ki günlerden bir gün sigara içmenin azmi ve mutluluğuyla bir mekandan koşar adım dışarıya çıktım..cebimden çıkardığım çakmakla sigaramı yakmaya çalıştım.dedim ya azimle koştum ve rüzgarlı havada azimle sigaramı yaktım..rüzgarla ortaklaşa içtik sigaramı.bilirsiniz ki iş tütün ve tütün ürünleri,alkol vb.hedelerin paylaşımına geldiği zaman aranmadığı kadar adalet aranır ,kimse sırayı atlamaz ve ortakçılar eşit miktarda içmeye çalışılır..o gün rüzgar bu geleneksel sıraya ihanet etti.ben bir fırt alırken o olabildiğince sömürdü sigarayı.kızdım sırtımı döndüm rüzgara ama dayanamadım gel dedim ulan gel paylaşmak daha tatlı dedim ve 2 dakika içinde,sigara içmek için kalktığım koltukta tekrar oturur buldum kendimi.masadaki şaşkın suratlara da kısa bir sürtüşme yaşadım diyerek acı hikakeyi savuşturdum..alçaksın rüzgar.

ve sonunda yine kulaklığımı taktım ve arkaya yürüdüm

Otobüste kapının yanında, şoförün hemen sağ tarafında dikildiğim zamanlardan birinde, içimden böyle bırakıp gitme isteği gelmiş herşeyi, lanet okuyorum herşeye içimden, sonra şoför sanki söylediklerimi duymuş gibi bir an için anlamsız bi bakış atıyor bana, sonra ulan bu adamda bütün gün aynı şeyi yapıyor, git gel, dümdüz aynı yolda diye düşünüyorum, aklıma birden bi fikir geliyor, kulağına eğiliyorum şoförün, "kaptan gidelim buralardan, herşeyi bırakalım" diyorum, tekrar geri çekilerek bir daha bakıyor bana, hiç bişey söylemeden, senden de bi halt olmaz diyorum kaptana, gaza mı geliyor o anda yoksa o da mı sıkılmış herşeyden, o da mı gitmek istiyor herşeyi bırakıp, kırıyor direksiyonu diğer şeride doğru, koparıyor bariyerlerdeki telleri giriyor ana yola, otobüsteki diğer insanlar huysuzlanmaya başlıyor, onunsa aldırdığı yok hiçbirşeye artık, gördün mü bak diyor kaptan, gidiyorum ulan buralardan, yettiniz ulan, indiriyor herkesi otobüsten, bırakın ulan gidiyorum diyor. ve trafikte kaybolup gidiyor uzaklara....sonra bi ses duyuyorum yankılanıyor kulaklarımda, çok yakından biri konuşuyor:  -arkadaşım arkaya ilerler misin, arkalar boş, arkaya ilerleyelim....kaptan senden bi s.kim olmaz diyorum içimden bu sefer..

Bana yardım eder misin?


Bana yardım etmeniz yasak diye bir ses yükseldi içimden,ardından dış sesim bastırdı:
"Yasak mı?" doğal olmayan bir sözcük.Kim yasaklıyor?Bütünleyici işlevin kendisini dışlatıyorum.sonra "düzen 'emirler' değildir.." dedim ve devam ettim heyecanla öne eğilerek "sınırlarımızı aşamıyoruz çünkü sınırlar biziz,sen sen olduğun için bedenini geride bırakamazsın,nasıl biri olduğunu görmek için başka biri olmak istersin,ama olamazsın.seni güç kullanarak engelleyen mi var?bu bedende güç kullanılarak mı tutuluyoruz?hangi güç,hangi yasa,hangi hükümet,Hangi polis?Hiçbiri.sadece kendi varlığımız.birbirimize olan sorumluluğumuz.işte bu sorumluluk mu bizim özgürlüğümüz.ondan kaçarsak özgürlüğümüzü yitirmiş mi olacağız?
Sorumluluğun ve özgürlüğün,seçeneğin olmadığı,yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşıyoruz(!)gerçek bir hapishane değil mi?

Nerden ve nasıl başladı acılar..


Acı var,gerçek.ona yanlış anlama diyebilirim ama var olmadığını veya herhangi bir zamanda yok olacağını var sayamam.Acı çekme,yaşamımızın koşulu.başına geldiği zaman fark ediyorsun .onun gerçek olduğunu anlıyorsun.tabiki toplumsal organizmanın yaptığı gibi,hastalıkları iyileştirmek,açlık ve adaletsizliği(!) gidermek doğru bir şey.ama hiç bir toplum varoluşun doğasını değiştiremez.acı çekmeyi önleyemeyiz.şu acı bu acı dindirilebilir ama acının kendisi dindirilemezdir ne yazık ki.bir toplum ancak toplumsal acıyı -gereksiz acıyı- dindirebilir o da şüphelidir.içinde bulunduğum topluma karşı ciddi soru işaretleri barındırarak kurulan bir cümleden öteye geçmez.geri kalan acılar yalnızca kalır.Kök olan,gerçek olan acı kalır..
Sevgi,mutluluk bunlarda acının içinden geçen yollardır..Kimse kalkıpta memnun insan profili çizmesin arkadaş ."yaşamımızın gerçekliği sevgide" ,"yaşam dayanışmada","mutluluk olmazsa olmaz" bunlar hikaye.Sevgi,acının içinden geçme yollardan yalnızca biri,bazen yolu ıskalayabilirsin,yönünü kaybedebilirsin ama acı hiçbir zaman ıskalamaz.bu yüzden de acıya dayanmak için yeni bir acı doğar..bu sonsuz döngünün başı kıçı nerede anlamak,yorumlamak lazım..Nereden ve nasıl başladı acılar?