15 Eylül 2012 Cumartesi

Sıkı Tutulan Kolyedir O

Gökyüzü geceleri kusursuz, küçük bir cam ve sonsuzluk, sanki uzatsam elimi dokunabilecek gibiyim.Ben neden dipteyim?Ölüm hepimizi melek yapar ve bize kanat verir, diyor Jim.Öldüm, kanatlarım nerede?
yaşama dair hatırladığım tek şey kusursuz gökyüzü,öyle kusursuz ki herkesi boğuyor içinde.

Küçük olanın cam olduğuna dair emin olamıyordum.Dokunmak istiyordum,kum zerrelerine ve parlak karanlığa.Yerle göğü yanyana getirmek istiyordum.Bay Morrison'ın yanılıyor olabileceğini aklıma dahi getirmek istemiyordum.İlahlaştırılmış bir nesne kadar anlamsız olduğunu kanatlarımı kullanamadığımda anlamıştım.Din kitaplarının kusursuzluğuna paralel yazmıştı sözlerini.Üzüldüm ve şimdi yaşama dair sadece, hammaddesi hayal kırıklığı olan göz yaşlarımı hatırlıyorum..


Köpeklerin Havlamayan Külleri

    Omuzları kafasından hep uzak oldu.Yere daha yakın.Onlar hep deniz seviyesine ulaşana dek çökmeye karar verdiler.Engel olmadı o da,sırtı ağrısa bile.
    Caddelerden geçerken ürkek bir sokak köpeğinden daha farklı bir muamele görmedi yaşadığı zamanlarda.Kafasını kaldırıpta insanların o tiksinç suratlarına bakmak istemiyordu oysa.Korktuğunu zannettiler,yürüdüler üstüne.Kusmamak için bakmadı,kaçtı koşar adımlarla,kaçar adımlarla..
Küfrettiler saçına,sakalına.İnsanların çöplüğündeydi.Tonlarca insan yığını.Çöpten öteye geçemeyen insan bedenleri.Daha çok sustu,daha çok korktuğunu zannettiler,bu sefer tükürdüler saçına sakalına.O ise onların beyinlerindeki standart insan profiline boşalmıştı.Yürürken bir orgazm sigarası daha yaktı.İnsan değildi.Eğer olsaydı bu kadar sık boşalamazdı haliyle.Has bir piçti.Daha çok insanın akıllarına boşaldı o gün ve artık eve dönme vaktiydi.
    Kırık-dökük bahçe duvarının olmayan kapısından bir adımla atladı ve avludan geçerek evin kapısına yöneldi.Elini cebine attı,anahtarı tek hamlede çıkardı.Anahtarı deliğine sokarken aynı basarıyı gösterememişti.İkinci denemeden sonra açılacağından emin olarak kapıyı kendine çekti ve kilit döndü.İçeriye girerken sağına soluna baktı.Midesi bulanıyordu.Koşarak çıktı yukarı.
Üstünü çıkarttı alel acele,aynanın karşısında durdu kafasını kaldır(a)madı.“a” harfinden altın bir madalya verilmişti ona , hayatta bu kadar ettirgen işlev varken o her şeyi ettirmemek için var olup gelmişti dünyaya..Koskoca insan inayetini yerle bir etmiş, “kaldırmam” derken ki gurur ifadesini bir anda yumuşatmış insanı çaresizleştirmiş ve elleri iki yanda dünyanın en somut olgusu “kaldıramam”ın kollarına bırakmıştı en nihayetinde.. Bakamadı aynaya ve kustu esmerleşmiş lavabosuna..
    Sabahı beklemeye koyuldu.Yeterli sigarası ve kahvesi vardı.Zengindi.Yeterli sigarası olduğu sürece hep zengindi.Gece en uzun zamanını yaşıyordu o gün ya da ona öyle geliyordu.Her gece,o gece için aynı şeyi söylüyordu.Yaratıcı ölümler hakkında düşünüp duruyordu.İçinde insanlara karşı tükenmek bilmeyen bir "sikmek" arzusuyla sabahlıyordu.İtildikçe halvet duygusu artışa geçiyordu.
    Sabahın ilk ışıklarıyla cızırdayan televizyonu açtı.Mecbur kalmadıkça dışarı çıkmayın diyorlardı haberlerde,kalp ve tansiyon hastaları için özel uyarı geçiyordu,onun için hiçbir zaman özel duyuru geçmeyecekti.Hastalığa bile sahip değildi.Öldüğünde imam zikretmeyecekti ismini.O da imamın ağzında yer almayı istemiyordu zaten.İsmi neydi,unutmuştu cismini,neye benzediğini.
    Kendilerini medeni zanneden insanların,medeniyetten daha tehlikeli olduğunu biliyordu.Dışarda olduğu her an aklından nasıl öleceği geçiyordu.Medeni bir ölüm.Hayır bunu istemiyordu.Ne gömülmek ne de yakılmak istiyordu.Öldüğü yerde çürümek tek isteği gibi duruyordu.             
    Evinin adresini kimse bilmezdi,az kişiyle tanışıklığı vardı zaten.Az çevresi çok ısrarcı olursa -ki böyle olduğunu sadece kendisi düşünür- onlara giderdi.
    Ölümünden rahatsız olacak kimse olmayacaktı(?).Hatta mahalle sakinleri tarafından içten içe bir sevinç doğacaktı.Kendilerini ölüme götürecek sırları toprağa gömülecekti.Mahalle işte;mühim komşuculuk toplantılarında ondan ne kadar nefret ettiklerini beyan etseler de,kimse onla seviştiğini birbirlerine itiraf edemeyeceklerdir.Onun ölümü komşular için Veziri piyona yedirmek olacaktı.Sevişebilecek daha çok suskun vardı mahalle halkı için.
    Hayatın tuhaflığı işi devir alır.Sevdiklerinle çatışırken,nefret ettiklerinle seviştirir seni.Üzülürsün,pişman olursun ve sonra tekrar düşünürsün,aksi taktirde düzenin işlemediğini görürsün.
Şaşırmıyordu o.Gelene git demiyordu.Kapısını açıyor ve yukarı çıkıyordu.Öyle ki her defasında aşağıya inip çıkmaktan üşendiği için anahtar bile vermişti herbirine.Ateşli ev hanımları,kocalarının eve dönme saatlerini göz önünde bulundurarak aceleyle soyunuyorlardı.Hatta onu da aynı acele ve iştahla soyuyorlardı.İşlerini gördükten sonra sus payı olarak evin temizliğini,yemeğini yapıp öyle gidiyorlardı.Şu durumda kimse bu iyimser,pazar sevişkenlerini geri çevirmezdi.
    Gelecekten hiçbir şey ummuyordu.Geçmişten zevk almasını öğreneli çok olmuştu.Yalanların kendini acıtmadığını da.Ona sorulan tüm sorular hakkında her şeyi söylebilirdi,içinden de kahkahalara gömülür,dalga geçerdi karşısındakiyle."Hadi bunu da bil Götçük" derdi sürekli kısık bir sesle."Efendim?Anlayamadım"
-Hiç,hiçbir şey diye geçiştirirdi.Karşısındakinin affalladığını görmek onu mutlu ediyordu.Gün içindeki eğlencesiydi bu onun.
    Dünyanın en eski insanı olduğunu iddia edebilirdi,hayattayken kimse aksini söyleyemezdi,kimliksizdi ve dünyanın en eski ruhuna sahipti,üşengeçlik.Ölümü beklerken bile üşeniyordu.kanepede uzanarak ölümün en azından sırtını görmek istiyordu.Daha önce gidenlerin sırtını dahi görememişti. En azından boş bir koridoru bekleyen iki göze sahipti.
Bunları ne zaman kullanacağını düşünüyordu şimdi.
Gözlerinin ve aklının bilinçli olarak aynı anda çalıştığını ilk defa farkediyordu.Önce aklını kullandı.Herkeste bir acı bırakmak istiyordu.Tam bir piç gibi.
    Mahalleliden,sakalına tüküren medenileşememiş medeni insanlardan ve diğerlerinden.Bu kez üşenmedi.
    Bak(a)madığı aynaya bu kez baktı.Kesmediği saçı sakalını kesmek için bir makas bulmuştu.Lavabonun içine bir gazete açtı.Bir tarafı kısa,bir tarafı uzun eğri büğrü kesti sakalını.Gazeteden bir torbaya koydu sakallarını.Yeni bir gazete açması gecikmedi.Saçını,sakalına oranla daha düzgün kesti ve aynı işlemle farklı bir torbaya koydu.
    Sokağa çıkmak için en düzgün kıyafetlerini giydi.Yükseltti omuzlarını.Dik durdu hiç durmadığı kadar.Artık hazırdı.Diğer insanlar gibi olmak istemedi ama bunda da başarısız oldu.Sigarası ağzında çıktı dışarı.Külünü dökmek için hamle dahi yapmıyordu.Kararlı bir şekilde kendine küfreden adamı bulmak için çevirdi dümenini.Ayakları artık yolu aklına sormuyordu.
    Önce bir nalbura girip kuvvetli bir yapıştırıcı sordu.Her şeyi birbirine yapıştırabilecek bir yapıştırıcı dedi.Düşünceyi beyne,beyni kafa tasına yapıştıracak bir yapıştırıcı istiyordu aslında.Mümkün olmayanı istemişti hayatı boyunca.Yine istediğini elde edemeden,sadece isteğine yakın bir maddeyle çıktı nalburdan.
Akşamı bekliyordu.Medeniyeti bekleyen bir şehrin insanları -onlarda medenileşmek isteyenler- ,akşam olduğu vakit esnafı zengin etmek için sokakları canlı tutmalıdır diye düşündü.Ama zaten buralar medenileşememiş olduğunu düşündü.Daha önce hiç bu kadar haklı olmamıştı.Geceleri sokakların efendileri ve köpekleri inerdi şehre.Dar sokakların geniş enseli ağabeyleri.Kelamlarını sorgulayacak güce ve cesarete sahip olmayan insanlara dayadıkları bıçaklarının ucundaki kandan beslenen ağabeyler.Sadece bir deli cesareti gerekir derler sokak efsanelerinde.
    Kaybedecek bir şeyi yoktu.Şimdi bir deliden daha fazla cesareti vardı.Gözleri girdiği sokaktan daha karaydı artık.Efsaneleri yıkacak olmanın gururuyla.
    Sokak lambalarının arasındaki mesafenin işini kolaylaştıracağını düşündü.Aklını kullandı.Köşe başındaki lamba düşük voltajdan ötürü yalnızca önüne düşürüyordu ışığı.Okulun bahçesi karanlıktı ve o karanlığı seviyordu.İşler yolunda gidiyordu ilk defa.Kaderi,doğumundan beri ilk defa ihanet etti  ve her şey yolundaydı.Dönemeçte durdu.Kafasını uzatarak sokağı kolaçan etti.Orada olduğundan emindi sadece tedbir amaçlı sokağa bakıyordu.Emindi çünkü o sokakta yemişti sakalına itin salyasını.
    Attı sokağa adımını "Köpekler kaçanı kovalar" diye.Gözlerini ve aklını kullandı ve tahmini yolu hesapladı.Yirmi beş adım sonra köpeğin görüş alanına girecekti.Korku her adımda daha fazla yerleşiyordu bedenine.Bastırmak için saymayı tercih etti.Yirmi beş,yirmi dört...
Yirmi dördüncü adımında "Zekanın en çok görülen işaret ve belirtisi neşedir" diyen Monteigne'i düşündü.Geçersizliğini tüm kelimeleri inceleyerek ve bulunduğu durumdan yola çıkarak ispatladı kendine.Şüphesiz son iki gündür kullandığı aklını,yaptığı zekice planını ve mutsuzluğunu getirdi gözünün önüne ve inkar etti Moteigne'ni.
    Beşinci adımına kadar Monteigne'i düşündü.Beşinci adımında ise daha on dokuz adımının kaldığını.
Balzac'ta çürümüştü aklında.Acı kavramının göreceli olduğunu gözden kaçırmıştı.Hatta uykunun insanı dindirebileceğini düşünmüş.Ne kadar yanlış."Uykunun dindiremediği acı yoktur" belki de Balzac'ın acı dediği şeyin sadece kitap satamadığından çektiği açlıktır.Belki de intihar etmişti çoktan ama düşüncelerini öldürebilecek kadar acısı yoktu.
    Geriye on adımın kaldığını fark edince irkilerek plana odaklanması gerektiğini düşündü.On beş adımdır çok uzaktı işinden.Yeterince kaytarmıştı ve istemeden de olsa korkuyu telaşa çevirmemekte başarılı olmuştu.
Ruhu rutubete kendini bırakmıştı.Kasvetli havanında etkisiyle yarım ağızlı adımlar,ağız dolusu küfürler boşalıyordu ayaklarından.Köpeklerin iniltisi son altı adım sonra duyulmaya başlamıştı nihayet.
Beş adım kala Mark Twain'i düşündü."Önemli olan kavgadaki köpeğin boyutu değil,köpeğin içindeki kavganın boyutudur" diyordu.Peki kavgası köpekler miydi?Köpekleri besleyen mi yoksa onları yaratan mıydı?Bilmiyordu,ayak üstü türlü demagojiler yaptı.
    Son bir sigara götürdü kurumuş dudaklarına,korkudan terleyip sırılsıklam olmuş elleriyle.Boş okul binası, ertesi gün boş beyinlerle dolmayı bekliyordu.Her şey daha somut daha bitap geldi gözüne.Ağaçlar daha önce görmediği kadar yabancıydı.tepede tek bir yıldız yoktu,koku yoktu,ses yoktu...Kara deliğin içinde yardım çığlığı atıyordu kalbi.Bu köpekler,yıldızlar,kokular,sesler hangi gezegenin yan ürünüydü?
Eli cebine gitti.Gezegen yakmak akıllı işi değildi.Alevler dakikalar içinde sardı yabancı ağaçları,boş binaları,boş beyinleri,boş moloz yığınlarını.
   O siyahı severdi ama kırmızı renklerin efendisi olmuştu o an.İşte şimdi koku alıyordu,kül kokusu.Belki küllerinden doğup birer birey olabileceklerini düşünüp kaçtı onları oracıkta bırakıp.Şimdi yatağına girip eşsiz uykusuna dalabilirdi.Artık havlamıyorlardı...